“Nefes” Filmi Üzerine // Namık Kemal Boya // İlk Kurşun Gazetesi // 3 Kasım 2009

“Nefes” Filmi Üzerine // Namık Kemal Boya // İlk Kurşun Gazetesi // 3 Kasım 2009

Hiç kulağınızın yanında bomba patladı mı?
Hiç üzerinize öldürme amaçlı ateş açıldı mı?
Hiç elbisenizin içinden kurşun geçti mi?
Hiç kulağınızın yanından vınlayıp geçti mi?
Hiç siper aldığınız yerin kenarına çarpan merminin ve parçaladığı taşların yüzünüze değdiği ve ağzınıza toz ve küçük taş parçacıklar dolduğu oldu mu?
Uyurken aniden silah veya bomba patlamasıyla uyandığınız oldu mu? O anda aniden sanki çok üşümüşsünüz gibi sizi bir titreme tuttu mu?
Ya da, karşınızdaki silahlı ve ateşe hazır bir grubun üzerine, açıkta siperlenmeksizin elde silah, bir savaş narası atarak saldırdığınız oldu mu? Düşmana doğru koşarken bacaklarınızın işlemediği, nefesinizin kesildiği anlar geçirdiniz mi?

Bir çatışmada arkadaşınız vuruldu mu? Yanınızda öldü mü?
Eleştirenlerden acaba kaçı bunları yaşadı?
Güneydoğu’nun çok çetin doğasını, iklimini arkasına alarak gerilla taktikleriyle saldıran bir düşmana karşı insanın hangi noktaya kadar, ne kadar süreyle mücadele edebileceğini bilmediklerini anladığım yazarların haksız eleştirilerine doğrudan yanıt vermek yerine, insanlarımızı bu konuda biraz aydınlatmayı daha önemli görerek konuya buradan gireceğiz.

Yukarıda sıraladığım koşul ve etkenlerden hiçbirini yaşamadığını bildiğim bazı kişilerin, Hakan Evrensel’in Güneydoğu Öykülerini de okuyup okumadıklarını bilmiyorum. Bir zamanlar Cumhuriyet Gazetesinde tefrika edilmiş ve sonradan da üç cilt olarak yayımlanmış olan bu yapıt o tarihlerde solcu ve aydınlar arasında gerçekten Türkiye’yi saran PKK hayranlığına karşı çok etkili olmuştu. Bu öykülerden derlenmiş olan senaryonun zaman ve mekandan soyut biçimde haksız olarak değerlendirilmesine gönlüm razı gelmedi desem, yeridir.

Şunu da hatırlayalım: Evrensel’in yapıtının kamoyundaki etkisini silmek için bir ABD Vakfı’nın Nadire Mater isimli bir yazara peşin 59.000 ABD Doları ödeyerek , “Mehmedin Kitabı” adlı bir karşı kitap yazdırdığını ve bu kitapta, adı sanı belli olmayan sözde asker mektuplarından derlenmiş 64 bölümde bir tek olumlu subay veya astsubay profili olmadığı, rütbeli şahısların tümünün adi suçlular gibi suçlar işledikleri, uyuşturucu bağımlısı; sadist, işkenceciler oldukları anlatılarak, Güneydoğuda savaşan kahramanlar; tıpkı ABD ordusunda yaşanan “Vietnam Sendromu”nun etkisinde gibi gösterilmiştir. Bu kitap kamuoyundan hakkettiği tepkiyi almış ve yazarı bu sözü edilen parayi bu kitabı yazmak için aldığını itiraf etmiştir.

Hakan Evrensel’in Güneydoğu Öyküleri, Güneydoğuda başlayan ayaklanmayı, TSK’nın teröre karşı mücadelesini, feodal yapının ve dışardan desteklenen terörün etkilerini doğrudan anlatmaktaydı. PKK zorlaması altında çocuklarını örgüte vermek zorunda kalan, gece kapısına silahla dayanan PKK’lıya elindeki yiyeceği vermekten başka çaresi kalmayan ıssız dağların arasındaki köylüye devletin sahip çıkmasında, eğitmesinde, sosyal devlet politikalarını oralara götürmesindeki geç kalmışlığı ve güvenlik sorununu doğrudan nesnel bir bakışla anlatıyordu.

90ların başına kadar; geçmişte kaçakçılığa karşı mücadele amacıyla kurulmuş; terör saldırılarına korumasız, içinde bir takım kadar asker barındıran karakollara, PKK’nın bölükler ve tabur düzeyinde güçlerle, ellerindeki havan, roket atar, hatta geri tepmesiz top ve uçaksavar makineli tüfeklerinin oluşturduğu etkin bir ağır silah desteği ile akşam üzerleri saldırıyı başlatarak çatışmayı gece karanlığında havadan destek ve karadan takviye gelmesine fırsat vermeden sürdürdükleri; karakolu ele geçiremeseler de ağır zayiat verdirdikleri ve bu saldırıların filmlerinin TVlerde izletildiğini; karayolunun diğer PKK birlikleri tarafından tuzaklı, mayınlı hale getirildiği ve yolların pusulu olduğu bilindiğinden gün ışımadan çaresiz kalan karakola çevre birliklerden çoğunlukla yardım gitmediği ve gelen birliğin sadece felaketi öfkeyle izlemek zorunda kaldığı gerçeğini ne çabuk unuttuk!.O filmleri TVlerde izlerken duyduğumuz utanç; şehit cenazelerini kaldırırken duyduğumuz üzüntüyü, süreçte her ilçede birer yeni şehitlik açıldığını, ne zaman unuttuk…

Sevgili Dostlar,
Bu filmin geçtiği yıllar; o yıllardı.
1980lerin sonlarından başlayarak TSK’nın silahlı ve gece harekat yapma yeteneği olan helikopter alımı için yaptığı önerileri ve bu konuda açılan ihaleleri ÜÇ KEZ o tarihteki Başbakan Turgut ÖZAL’ın iptal ettirerek, TSK’nın gece harekat yeteneğini kısıtladığını; PKK’ya gece harekat avantajı sağladığını; karakollarımızın yakılıp eşkiyanın sabaha karşı kaçmasına fırsat verdiğini ve bu ihanet yüzünden yıllar boyu yüzlerce Mehmetçiğin şehit olduğunu; PKKnın bu zafiyet yüzünden gelişebildiğini anımsatmalı mıyız yazarlara…

Evet, o yıllarda, karakollar uygun yerlerde değildi; yeterli ağır silah, teçhizat alımında ayak sürüyen bir iktidar vardı. Özellikle helikopterleri almayarak PKK’nın büyümesini sağlayan bir ihanet en tepede idi.
Bu nedenle, o yalnız, ıssız karakollar, baskında yardım gelmeyeceğini çok iyi biliyorlardu.
Zaten rejisör de, ilk roket atışlarında telsizin tahrip edildiği sahneyle bu yardım gelme sorununu çözmüştür.

O tepeye helikopterle değil de tırmanarak çıkan Komutan Yzb. filmin başlangıcında müthiş bir motivasyon dersi vererek; askerlerine baba gibi davranarak olgun bir komutan portresi çizmektedir. Ancak, devamlı beklemek ve sürekli ön hatta bulunmanın ne demek olduğunu biraz anlatalım. En önde ve karar mevkiinde bulunmanın, her tehlikeyi öngörmeye ve karşı önlem almaya kalkmanın ne demek olduğunu bilmek kolay değildir!
Sürekli cephede bulunmak ne demektir, bili misiniz? Olağan halde, Personel Bilimi cephede bir askerin en çok üç ay görev yapmasını, sonrasında geriye alınarak ihtiyata, istirahate geçmesini öngörür.

Oysa ki, bu doğanın ve PKK nın insafına kalmış bu karakolda insanlar gerçekte saldırı halinde başlarına ne geleceğini bilerek görev yapmaktadırlar. Bir süre sonra moral bozukluğu, yaşam endişesi ve ağır kış şartlarında bekleyerek sonunda operasyon olasılığı içinde aylardır mahsur kalmanın yarattığı havayı bir düşünür müsünüz?

Komutan’ın bir pusu ile düşmanı üzerine çekmesini eleştirene ben ne derim biliyor musunuz? Size canının istediği bir anda saldıracağı kesin olan düşmanı daha belirli bir zaman periyodu içinde saldırmaya kışkırtmak doğru bir taktiktir. Çünkü o zaman dilimi içinde düşmanı başarıyla karşılama olasılığınız daha yüksektir. Filmde de gösterildiği üzere, Karakolun bombalanmasına karşın karakolun dış timleri karakola gelen teröristleri etkisiz hale getirebilmiştir. Ancak aradaki sayısal güç ve ağır silah avantajı ile karakol o kadar dayanabilmiş, ancak zaferi ağır kayıplarla kazanabilmiştir.

Bu karede; tıpkı Gazi Mustafa Kemal’in Çanakkale’deki Mehmetçik için söylediği; “… beş veya on dakika sonra öleceğinin bilen Mehmetçiğin..” ölümü huzur ile kabul ederek savaşa katılmasına yaptığı övgüyü göremiyor musunuz.

Bu milletin çocuklarını askere davul zurna ile göndermesi gerçeğini de mi unuttunuz?

18 aylık askerlik yapmamış olanların bir takımdaki 40 kişinin hazarda başka, seferde ise başka kimliklere ulaştıklarını ve savaştaki yoldaşlığın, silah arkadaşlığının çok farklı olduğunu; askerde, barış zamanında birbirlerini sevmeyenlerin savaşta biribirleri için öldükleri gerçeğini bilmeyenlerin yazdıklarını ciddiye almak mümkün mü?

Siz, hiç savaşmamış olsalar da, askerlik anılarının erkekler için niçin çok önemli ve unutulmaz olduğunu da mı unuttunuz? Siz hiç askerlik arkadaşlarınızla bir toplantı yapmadınız mi?

Baştaki soruların yanıtlarına da bir değinelim:
Evet, silahlar patlarken insanlar kendini refleks olarak sakınır, ancak tecrübeli olan asker, atışın geldiği yöne en erken ateş açar.
Karşıdan yapılan atışın etkisiz olduğunu tecrübeli asker anlar.
Eğitimde terleyen çatışmada yaşama sansına sahip olur. Nefesi körük gibi çalışan biri silahla iyi nişan alamaz.Bedeni güçlü ve nefesi yerinde olan nişanını önce alıp ayarlayabilir ve etkili karşı ateş açabilir. Yorgun beden uyumaya eğilimlidir. Uykuyu ancak irade ile yenebilirsiniz.

Karakol önündeki PKKlı ölülerinin garip şekillerde ölmeleri ve hele birinin başı arkaya düştüğü halde gövdesinin dimdik durduğundan bahisle terör örgütünün yüceltildiği savına da bir bakalım. Yazar eğer ömründe bir branş sporu yapmamış bir kişiyse, burada da yanılır, doğallıkla. Bedensel aktivite çok yüksek ise vücutta ter ile atılamayacak düzeyde laktik asit birikir. Kaslardaki yorgunluk ve krampların nedeni budur. Çatışma anında yorgunluğun son sınırına varmış ve ölüm korkusu içinde koşuşturan insan öldürücü bir yerinden örneğin; baş veya kalpten yara alırsa, vücut o anda kaslarda biriken asidin etkisiyle aniden katılaşır ve hızla ölü katılığına geçiverir; ceset ölüm anındaki pozisyonda katılaşır. İnanılmaz pozisyonların nedeni budur. Eğer, bunu bilmezseniz sonuçta bilimsel gerçeği reddeder, bunun PKK propagandası olduğunu savlar, filmi beğenenleri de dayanaksız olarak aşağılarsınız.

Ama aslında sergilediğiniz kendi bilgisizliğinizdir.

Yukarıda ilk başta sorguğum soru demetinden bihaber olanların askercil konularda yazmaya kalkmadan önce bu işlerden anlayan birilerinden bilgi edinmelerinde yarar vardır.

Filmdeki Yüzbaşının arkadaşının intikamını almaya kalkmasına, çatışmaya girmekte gecikmesine takanlara şunu anımsatalım. Uyuyan askerden canını çarpışarak veren kahraman yaratandır, komutan. Korkmadan savaşmak mümkün değildir. O an bir eşiktir ve korkuyu yener insan; ölümün üzerine yürür, o andan sonra onu kolayca öldüremezsiniz. O aşamaya gelenler de çatışmaları kazananlardır.

Yüzbaşı’nın ağzından, Onun vatan sevgisi de şu iki tümcede:

Biri, “Ben buraları Ankara kadar seviyorum”

İkincisi; “Burada yenilirsek, Ankara’da, İstanbul’da da oturamazsınız ki!”
Bu sözler aslında, hepimizedir!
Bunları unutmayınız!
Bu filmin kendisi ve filmi seyretmek, açılımcılara bir yanıtır.
Bu film seyirci rekorları kırmalıdır. Olumsuz yazı yazanların içlerinde acaba gizli bir açılımcı yan mı var diye, düşünmek istemiyorum.

Evet; ben filmi, çekimi, senaryoyu, seslendirmeyi, vahşi doğayı, tüm oyuncuları ve emeği geçenleri çok sevdim.

Filme verdiğim not : Kıyaslamak belki doğru olmaz ama, kendimi tutmayarak diyorum ki; Bugüne kadar en iyi “küçük birlik savaş filmi” dediğim, Oliver Stone’un “Platoon’una bu film beş basar!”

Yazarla tanışma fırsatım olmadı, alçakgönüllü üslubunu beğenmiştim. Filmi çeken ekibe de saygı sevgi ve candan tebriklerimi sunarım.

/ Hakkında Yazılanlar

Share the Post