Eski Bir Yazımda Söz Etmiş Sonra Unutmuşum // Kürşat Bumin // Yeni Şafak // 2 Ocak 2010

Eski Bir Yazımda Söz Etmiş Sonra Unutmuşum // Kürşat Bumin // Yeni Şafak // 2 Ocak 2010

“Nefes”i izlemeyenler arasındayım. Filmin afişinde münasebetsiz bulduğum dizelerin yer alması, filmden bazı sahneler hakkında yazılıp çizilenler, devlet protokolünün izlemek için sinema salonlarına koşması gibi nedenlerden dolayı “Nefes”i izlemek gelmedi içimden, Aslında bir iki kere niyetlenmedim de değil; hakkında okuduğum bir iki yazının da teşvikiyle, “militarizm”i fazla göze batmayan bir duygusallıkla harmanladığını tahmin ettiğim bu filmden bir yazı konusu çıkartmak aklımdan geçmedi değil.

Önceki gün, yılbaşı nedeniyle “zaman ve takvimler” hakkında yayımladığım epeyce eski (on yıl öncesinden söz ediyorum) yazımı o dönemdeki yazılarımın bir bölümünü bir araya getiren “Medyakronik” (1998) adlı kitabımda ararken gözüm tesadüfen aklımdan çıkan bir başka yazıma takıldı. “Her bir hükümet konağı ve yakınında bir cami” başlıklı bu yazıyı, Hakan Evrensel’in zamanında Cumhuriyet’te yayımlanmaya başlanan (ve –galiba- sonu gelmeden yayından kaldırılan) “Güneydoğu Öyküleri” başlıklı yazı dizisinden söz etmeye ayırmışım.

Biliyorsunuzdur muhakkak; Hakan Evrensel, Nefes filminin senaryo yazarları arasında yer alıyor. Alıyor ama –açıkçası- Hakan Evrensel adı o yazıdan sonra aklımdan çıktığından, Nefes filmi önümüze gelince bile ben söz konusu ilişkiyi kuramamıştım.

Neyse işin bu kısmını fazla uzatmayalım çünkü benden başkasını ilgilendirmiyor.

Gelelim, benim 10 yıldan fazla bir zaman önce Hakan Evrensel’in Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan yazısına ilişkin değerlendirmeme.

Ama daha önce, benim bir bölümünü aşağıya aldığım bu değerlendirmemi bugün niçin “ısıtıp” tekrar servis ettiğim sorusunun cevabını vereyim.

Şunun için: Bazı bölümlerini “fazla devlet”, bazı bölümlerinin “fazla asker” bulduğumu belirttiğim “Güneydoğu Öyküleri”nin Güneydoğu’daki bir askeri hastanede yaşananları aktaran faslının, hâlâ sürüp giden bir savaşın –iki tarafca da- koyu bir mistifikasyon ve mitleştirme sürecine sokularak insanoğlunun nasıl hepten unutulmasına yol açabildiğini o gün olduğu gibi bugün de en iyi anlatan metinlerden birisi olarak nitelediğim için…

On yıldan daha yaşlı olan bu yazının bazı bölümleri şöyle imiş:

“Hakan Evrensel, ‘bir ameliyat hemşiresinin’ anlattıklarını kaleme almış. Yirmibir yaşında bir kızdan, ‘Çok acı yaşadım. Çok yaralı gördüm. Yüzlerce yaralıya pansuman yaptım. Gözyaşlarım yaralının kanına karışa karışa çok dikiş attım’ diyen bir hemşireden dinlediklerimiz, eminim birçok okurunda gözlerini yaşartmıştır. Hemşireden dinlediklerimizin bir bölümü, belki bir bölüm insanın hoşuna gitmemiştir. Özellikle ‘Ben en çok bir teröristi tedavi ederken yaşadıklarımdan etkilendim” denerek başlanan ve ‘ulan eşşekoğlu eşek, yine de seni yaşatacağım’la bitirilen bölüm. (…) Güneydoğu’da bir ‘acil servis’te neler yaşanır? ‘Karnının ortasında bir boşlukla getirilen bir asker’ nasıl karşılanır ve onu hayatta tutmak için nasıl çalışılır? Cerrahlar yaralı askerlere müdahale ederken, ‘taktik olarak’ nasıl konuşurlar? Şöyle konuşurlar: ‘Komutanım valla gözüm çok yanıyor. / Bak canım, az kaldı. Şimdi bitiyor. Bir de ağrı kesici yapacağım. Hiç ağrın kalmayacak. Aydın’ın neresindensin? / İçinden komutanım./ Hükümet konağını bilir misin?/ Komtanım gözüm çok…’

Yirmi bir yaşındaki hemşire, “Bu numara çoğu zaman tutuyordu. Her ilde bir hükümet konağı ve yakınında bir cami muhakkak vardır’ diyordu. Evrensel’in hemşirenin ağzından aktardığı bu konuşmaları üzerine yorum yapmak için almadım. Bugün değerlendirmiyor, yalnızca dinliyor ve tanımaya çalışıyoruz.

‘Tekrar başımı çevirdim. Önümdeki askerin yüzüne baktım. Yüzü buruş buruştu. Ağlıyordu. İncecik, sicim gibi gözyaşları masaya damlıyordu. Kanlı saçları yapış yapış olmuş, dağınıktı. Alnı terliydi…”

Yirmi bir yaşında bir hemşire yirmi bir yaşındaki bir askeri anlatıyor, ameliyat masasına yaklaşan cerrahın ‘Aman Allahım, nasıl toparlayacağım bunu ben’ diye haykırışından bizi haberdar ediyor.

Bir kez daha söyleyeyim: Cumhuriyet ve Hakan Evrensel iyi bir iş yapmış. Medya, ‘Güneydoğu Öyküleri’ni anlamamıza daha çok yardımcı olmalı. Her cerrahtan insanoğlunun acısının ‘sahici’ olduğuna bizi inandırmalı; bizi merhametli kılmalı. Aramızın epeyce açık olduğu ‘insanlık durumu’na bizi yaklaştırmalı. İnsanlığın rakamlarla betimlenemeyeceğini ve betimlenmemesi gerektiğini kafamıza sokmalı. Bu bize çok gerekli. Yirmi bir yaşındaki çocukların nasıl bir şey olduğunu bize hatırlatmalı. Bugün için, Türkiye’de medya bunu yapamaz biliyorum. O halde ilk iş olarak medya aklını başına toplamalı.”
Şimdi de şu soruma cevap arayayım:
Hakan Evrensel’in on yıldan fazla bir zaman önce kaleme aldığı bu son derece öğretici yazı dizisi gibi bir şey mi acaba Nefes?
Öyle ise bir dakika beklemez giderim şüphesiz; ama bir türlü emin olamıyorum doğrusu…

/ Hakkında Yazılanlar

Share the Post