Daha Durun, Yeni Başlıyorlar //Murat Çelik // Tercüman // 11 Ağustos 2004

Daha Durun, Yeni Başlıyorlar //Murat Çelik // Tercüman // 11 Ağustos 2004

“(…) Yeteri kadar acı çektim ben. Beni öperek uyutan, başucumda masal anlatan bir babam olmadı hiç. Bayramlarda elini öpebileceğim, dertlerimi çekinmeden anlatabileceğim, akşamları yolunu gözleyebileceğim. Annemi şikâyet edebileceğim, kucağında kendimi güvende hissedebileceğim bir baba… Bir babam olmalıydı bana da kızan, bağırıp çağıran ve hatta öfkelenen. Kavga etmeliydik. Sonra muhakkak barışmalıydık… Birini sevdiğimde ya da evlenmeye karar verdiğimde gidip ona danışmalıydım… Belki de yatılı okula gitmezdim eğer babam şehit olmasaydı. Biraz daha şımarık bir kız olmak, hayata bu kadar erken atılmamak için neler vermezdim? (…)”

“(…) Yeteri kadar acı çektim ben. Beni öperek uyutan, başucumda masal anlatan bir babam olmadı hiç. Bayramlarda elini öpebileceğim, dertlerimi çekinmeden anlatabileceğim, akşamları yolunu gözleyebileceğim. Annemi şikâyet edebileceğim, kucağında kendimi güvende hissedebileceğim bir baba… Bir babam olmalıydı bana da kızan, bağırıp çağıran ve hatta öfkelenen. Kavga etmeliydik. Sonra muhakkak barışmalıydık… Birini sevdiğimde ya da evlenmeye karar verdiğimde gidip ona danışmalıydım… Belki de yatılı okula gitmezdim eğer babam şehit olmasaydı. Biraz daha şımarık bir kız olmak, hayata bu kadar erken atılmamak için neler vermezdim? (…)”

Bu satırlar, Hakan Evrensel imzalı Güneydoğudan Öyküler adlı kitaptan… 25 yıllık yaşamının 24 senesini babasız geçiren bir genç kadının sadece kendine itiraf edebildiği duyguları…
“(…) Aramızda kopukluk vardı. İlgi alanlarımız farklıydı. Ben elimde silah çatışmalara giriyor, hayatımı ve bana emanet edilenlerin hayatlarını korumaya çalışıyordum. O ve onun gibiler ise, nasıl daha fazla para kazanabileceklerini düşünüyorlardı. Ben şarjörümde kalan mermilerin sayısı ile ilgilenirken, o ve onun gibiler repo oranları, borsa oyunları ve banka faizleri ile haşır neşirdiler. İnandıklarımız da farklıydı. Ben bu topraklar üzerinde başka bir devlet kurulmaması gerektiğine inanırken, o ve onun gibiler, bilinçsizce cehalet ve ihanet arasında gidip gelerek bu amaca hizmet edenlere ve hatta bu topraklar üzerinde başka devletlerin de kurulmasını söyleyenlere oy verip, onları benim başıma getiriyorlardı. (…)”
Bu da yine, eski üsteğmen Evrensel’in kitabından bir başka bölüm… Bir gazinin, sivil hayatta yaşadığı olumsuzluklar üzerine oluşan tepkisinin ifadesi…
“(…) Ok, sürekli gergin duran yaydan fırlayıverdi. Sonrası hep bilinen şeyler… Cenazemizi, oğlumuzu toprağa verene kadar kendime hâkim oldum. Annesi ise, o gün yaşayan ölüler arasına katıldı. Saçlarının tümü bir gecede bembeyaz oluverdi. Çok yıl geçti üzerinden; gözyaşımıza da alıştık, Oğuz’suzluğa da…
Ama bir tek şeyi, hala bir türlü kabullenemiyorum. O gece, ben o haberi alırken, gözüm kapının aralığından televizyondaki magazin programındaydı. Hala da o görüntüleri unutamıyorum. Bana hep Yakup Kadri’nin Sodome ve Gomore’sini hatırlatıyor, o ekrandakiler. Tanrı tarafından lanetlenen bu iki şehrin hikâyesi ile İstanbul’un Kurtuluş Savaşı sırasındaki aymazlığını birbirine benzetir büyük yazar. Ankara, Kurtuluş Savaşı’nı verirken İstanbul’un içinde bulunduğu sefahati anlatır. Ne kadar da güzel anlatır… Zaten Gazi de, (Bizans İstanbul’dur, İstanbul Bizans…) diye boşuna söylememiş. Benim oğlum terörist kurşunlarıyla şehit olduğu sırada, bazıları İstanbul’da bu magazin programları için malzeme topluyordu. Ülkemin bir köşesinde kan durmaksızın akarken, diğer köşesinde her taraf irin içinde. İşte buna bir türlü katlanamıyorum.”
Bu da, tek evladını şehit vermiş bir babanın, acı haberi aldığı andan itibaren duyguları… Yine aynı kitaptan.
Hakan Evrensel’in Güneydoğudan Öyküler kitabından bu üç alıntıyı yapmamızın sebebi, gündemdeki “taziye ziyareti”. Dünkü Tercüman’daki köşesinde Gülay Göktürk’ün bile (bile diyoruz çünkü Göktürk, bu konunun doğası gereği “aşırı” demokrat bulduğumuz ve kişisel olarak görüşlerine katılmadığımız bir kalem) Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir’in şahsında, “boşuna bekliyoruz, bunlar adam olmayacak” dediği kesimin niyetini, hedeflerini en açık şekilde ve bir kez daha kanıtlayan “taziye” ziyareti.
Asıl acı ve vahim olan ise şu gerçek:
Hata ne Baydemir’de, ne O’ndan hiçbir farkı olmayan selefi Feridun Çelik’teydi, ne Leyla Zana’da, ne de aynı yolun şimdilerde iyice cesaret bulup daha da cüretkâr davranan diğer yolcularında.
Hata “bizde…
Hata; yukarıdaki gerçek öykülerin anlamını idrak etmemekte direnen, gazisine, şehit ailesine, savaşan askerine sahip çıkmayan “bizler”de.
Hata; terörle mücadeleyi salt askeri bir kavram olarak görüp silahlı kuvvetlere havale eden, sonra da demokrasi, insan hakları, objektif gazetecilik vs. gibi gerekçelerin arkasına sığınıp askeri hedef alanlara karşı suskun kalan, bu suskunlukla bölücüler ve destekçilerine beyniyle yardım ve yataklık eden “bizler”de.
Kusura bakmayın ama maalesef öyle…

/ Hakkında Yazılanlar

Share the Post