Gelenek Hakan Evrensel’le devam ediyor // Hüseyin ÖZBEK // Yeni Hayat Dergisi // Kasım 2001

Gelenek Hakan Evrensel’le devam ediyor // Hüseyin ÖZBEK // Yeni Hayat Dergisi // Kasım 2001

Hep düşünmüşümdür: Ömer Seyfettin genç bir Osmanlı zabiti olarak barut fıçısı Balkan dağlarında komitacı peşinde koşmasaydı, 1912-1913 Balkan facialarını yaşamasaydı aynı öyküleri yazabilir miydi? Otuz altı yıla sığan kısa yaşamında emperyalist kışkırtmalı azgın Balkan şovenizmine, komitacı acımasızlığına birebir tanık oldu. Bir Türk subayı olarak Balkan hezimetinin utancını yaşadı. Milyonlarca Türkün yüzyıllar boyunca vatanlaştırdığı Balkan coğrafyasından payitahta, Anadolu’ya doğru trajik göçüne tanık oldu. Bitmek bilmez İttihat ve Terakki-Hürriyet ve İhtilaf çekişmesine, politikaya karışan ordunun çürümesine tanık oldu.

Hep düşünmüşümdür: Ömer Seyfettin genç bir Osmanlı zabiti olarak barut fıçısı Balkan dağlarında komitacı peşinde koşmasaydı, 1912-1913 Balkan facialarını yaşamasaydı aynı öyküleri yazabilir miydi? Otuz altı yıla sığan kısa yaşamında emperyalist kışkırtmalı azgın Balkan şovenizmine, komitacı acımasızlığına birebir tanık oldu. Bir Türk subayı olarak Balkan hezimetinin utancını yaşadı. Milyonlarca Türkün yüzyıllar boyunca vatanlaştırdığı Balkan coğrafyasından payitahta, Anadolu’ya doğru trajik göçüne tanık oldu. Bitmek bilmez İttihat ve Terakki-Hürriyet ve İhtilaf çekişmesine, politikaya karışan ordunun çürümesine tanık oldu.

Balkan bozgunu sonrası on dört aylık Yunan tutsaklığı da gözlem ve yaşadıklarının ışığında iç muhasebesi yapacağı bir zaman aralığıdır. Osmanlı’nın 20nci yüzyıl başlarındaki fikir akımının, aydınlardaki şaşkınlığın, aymazlığın da yine içten tanığı durumundadır. Balkan uluslarındaki siyasal dinamizmin ve uyanışın yanında, bizdeki kör taassubun, ümmet zihniyetinin koskoca bir imparatorluğu ne hallere düşürdüğünü gördü. Kısacası kanlı Başkan coğrafyasında cenneti, cehennemi, Araf’ı bir arada gördü, yaşadı.
Uluslar, tarihlerindeki büyük dönüşümlere, kırılmalara, düşüşlere tanıklık edecek yazarlarını da yine aynı dönemlerde çıkarırlar. Asra bedel bir birikim ve gözlemi, kısacık ömrüne sığdıran büyük yazarın en sıradan öykülerinde bile göze çarpan ironi ve hüzün yaşadıklarıyla ilgilidir kuşkusuz. Adeta elden kayıp giden, çöküşüne tanık olduğumuz büyük bir devletin ve ulusun ardından yakılan ağıt gibidir onun öyküleri. Seçkin birer edebiyat ürünü olmaları yanında, 20nci yüzyıl başlarının Balkan coğrafyasının, Mütareke İstanbul’unun değişik toplumsal katmanlarının siyah-beyaz fotoğraflarıdır bu öyküler. Yirminci yüzyıl başlarında yaşadıklarımız nasıl Bomba’yı, Beyaz Lale’yi, Kaç Yerinden’i, Hüküm Gecesi’ni, Üç İstanbul’u, Sodom ve Gomore’yi, Türk’ün Ateşle İmtihanı’nı, Yaban’ı yarattıysa, yüzyılın sonuna doğru yaşadıklarımız da, “GÜNEYDOĞUDAN ÖYKÜLER” I, II, III gibi eserlerin ortaya çıkmasına yol açtı. 20nci yüzyıl başının genç Osmanlı zabiti Ömer Seyfettin ile yüzyıl sonlarının genç Türk Subayı Hakan Evrensel arasında ilginç benzerlikler var: Yüzyılın ilk döneminin asker kökenli yazarları nasıl dönemlerinin tanıklığını yaptıysa, yüzyılın son dönemlerinde de aynı gelenek Hakan Evrensel’le devam ediyor. Evrensel’in öykülerinde savaşa, ihanete, kahramanlığa, fedakârlığa, erdeme, soysuzluğa ilişkin gözlemler bir askerin yalınlığıyla verilirken, sanatçı duyarlığı ve kalem ustalığı da ilk örnekler için mükemmel denebilecek ölçülerde.
Yaşadıkları, tanık oldukları ve dinlediklerinden oluşan öykülerde fantezi ve abartı yok. Türk ordusu, Güneydoğu’da fiziki düşman PKK ile çarpışmıyor yalnızca. Tıpkı Kurtuluş Savaşı’nda da yalnızca fiziki düşman Yunan ordusuyla savaşmakla kalmadığımız gibi. Güneydoğu’da piyonların arkasındaki bir kısım sözde müttefik Batılı büyük güçlerle de boy ölçüştü Mehmetçik. Bilelim ki; Mehmetçiğin alnının akıyla mücadelenin mağlubu yalnızca PKK değil. PKK yayın organlarının dışında, Mütareke psikozundaki her boydan yazar-bozar ve entel takımının da “Kirli Savaş” diye nitelediği, ayrılıkçı kalkışma sürecinde yaşananlar öykülerin arka planını oluşturuyor. Güneydoğudan Öyküler’i okurken arada bir burun direğiniz sızlar, göğüs kafesiniz sıkışır. Öyküleri bitirdiğinizde de kirin, riyanın, ihanetin, alçaklığın ne tarafta; erdemin, özverinin, sonsuz vatan sevgisinin, bu coğrafyaya duyulan aşkın hangi tarafta olduğunu görürsünüz. “Kirli Savaş” söylemini tutturanların yüreklerinden, beyinlerinden taşan, paçalarından dökülen kiri açıkça görür, günümüz Efruzlarından bir kez daha tiksinirsiniz.
Bazı öykülerdeki asker evi ve geride kalanların gün gün daha da artan tedirginliği, size Yunan Tragedyalarındaki olacakları baştan sezdiren felaket söylemi gibi gelecektir. O kadar ki; öykünün bitimini beklemeden sonuna bakmak zorunda kalacaksınız kimi kez…Öyle hissedersiniz ki, şehitler mezarından çıkmış, soylu bir tevazu içinde yanı başınızdadır. “Biz bu vatan için baharımızda toprağa düştük, cephede kazanılanı masa başında vermeyin. Kanımızı helal etmeyiz” der gibidirler. Bedenine saplı yedi kurşunla sürekli kan kaybederken telsizden İstiklal Marşını sonuna kadar okuyan komutanın öyküsü sizi bir başka türlü saracaktır. Yazar bu öykülerde asla kaba bir şovenizm içinde değildir. Savaşın dehşeti içinde yaşananlar uzun zaman belleğinizden çıkmayacaktır. Bu öykülerde “yazarın kaleminden kan damlamaktadır”. Öyküleri bitirdiğinizde, kaleminden damlayan kanın aslında yazarın yüreğinden geldiğini göreceksiniz. Biraz daha dikkat ederseniz bu kanın gözyaşlarıyla karışmış olduğunu fark edersiniz. Yazarın, kuşağının, silah arkadaşlarının, Geride Kalanlar’ın ve ulusumuzun kanlarını ve gözyaşlarını isteseniz de birbirinden ayıramazsınız.
Güneydoğudan Öyküler’in üçüncü kitabı “Geride Kalanlar” adını taşıyor: Geride Kalanlar’ın dramını, Sodom ve Gomore’yi anımsatan Sefahat ve Düşkünlük, Mankurt kafalı, Mankurt kişilikli, soysuzlaşmış, ulusunun coğrafyasının yabancısı olmuş aydınlarla; cesaretin, fedakârlığın, vatanseverliğin, onurun destanını bir arada Geride Kalanlar’da bulmak size çarpıcı gelecektir mutlaka.
Yaşıtları ilk gençliğin, ilk aşkların uçarılığını yaşarken, Mehmetler Güneydoğu’da yüzyıl başındaki Mehmetlerin Arap çöllerinde, Kafkasya’da, Balkanlar’da, Çanakkale’deki serüvenlerinin benzerlerini yaşadılar. Bir ömür boyu yaşanabilecekleri kısa bir zaman kesitine sığdırdılar. Bizi ordu-millet yapan, askerimize Mehmetçik dedirten hasletin içimizdeki Mankurtlara, Efruzlara rağmen hala devam ettiğini gösterdiler.
Hakan Evrensel “Güneydoğudan Öyküler”de olanları anlatırken olacakların da tragedya koroları gibi ipuçlarını veriyor bize.
Öykülere sinmiş olan Ömer Seyfettin’den, Cengiz Aytmatov’a kadar bize ait bir atmosferi solurken Hakan Evrensel’in deyimiyle “OSMANLININ SON DÖNEMLERİNDE OLDUĞU GİBİ, KENDİSİNE TÜRK DEMEKTEN UTANAN BU ÜLKENİN AYDINI İLE HALKI ARASINDA HİÇBİR ÜLKEDE OLMADIĞI KADAR DERİN BİR UÇURUMUN BULUNDUĞUNU” da görüp, “Niçin? Neden?, Ne Zamana Kadar?” sorularını soracaksınız kendinize…

/ Hakkında Yazılanlar

Share the Post