Gençliğimizin İhtiyaç Duyduğu Türden Şık Ve Motive Edici Bir Gösteri // Yeni Şafak // ALİ MURAT GÜVEN // 28 Ekim 2011

Gençliğimizin İhtiyaç Duyduğu Türden Şık Ve Motive Edici Bir Gösteri // Yeni Şafak // ALİ MURAT GÜVEN // 28 Ekim 2011

‘Herşey Çok Güzel Olacak’, ‘İnşaat’ ve ‘Kabadayı’ gibi kalburüstü filmleriyle tanıyıp sevdiğimiz çağdaş Türk sinemasının başarılı yönetmenlerinden Ömer Vargı, Türk Hava Kuvvetleri’nin 100’üncü kuruluş yıldönümünde, hem bundan çeyrek yüzyıl önce Tony Scott’un ‘Top Gun’unu iç çekerek izlemiş bizim kuşağımıza, hem de son yıllarda beyazperdede karşısına çıkan her türlü sinemasal anlatıda ‘berbat, mutsuz ve umutsuz bir Türkiye’ görmekten kronik depresyona yakalanmış durumdaki günümüz gençliğine yüksek teknolojiyle desteklenmiş nefis bir havacılık serüveni sunuyor. Hava Kuvvetlerimizin tam desteğiyle çekilen bu yüksek bütçeli filmin Cumhuriyet Bayramı’nda gösterime girmiş olması da apayrı bir güzellik…

“Anadolu Kartalları”, “sinema” denilince akıllarına hemen gaddarca ve giderek düşmanca bir üslûpla sistem eleştirisi yapan, daha açık bir deyişle “devlet”e ya da toplumun bir kesimine (çoğunlukla da dindarlara) “iştahla giydiren filmler”in geldiği kesimler için, ne bir eksik ne bir fazla, dört dörtlük bir “misyon filmi”…

Pekiyi, üstlendiği “misyon” tam olarak nedir bu yapımın?

Türkiye Cumhuriyeti’ni -zihinleri bu konuda alabildiğine kirletilip politize hâle getirilmiş olan- genç kuşaklara kudretli ve müreffeh bir ülke olarak yeniden tanımlamak; gençliğin -bu hafta sonunda 88’inci yaşına basan- devletinin sahip olduğu yüksek nitelikli askerî kadrolar ve üstün savaş techizatıyla gurur duymasını sağlamak…

Sonuç olarak, yılda 70-80 film üreten bir ulusal sinemanın ürettiği bütün o filmlerden 2-3 tanesinin de böyle bir amaca hizmet etmesinin ne gibi bir sakıncası olabilir?

Teknik ve ahlâkî olarak hiç bir sakıncası yok. Dahası, Amerikan sinemasının kalbi Hollywood’un, yanı sıra Britanya ve Fransa gibi köklü sinema endüstrilerinin bir yüzyıldan beri özellikle savaş ve casusluk filmlerinde yaptığı şey de tam olarak bu zaten; ulusal gururu ve özgüven duygusunu ayakta tutmak…

Hem bizim kuşağımızın, hem de şimdikilerin ayıla bayıla izledikleri bütün o “James Bond”lar, “Rambo”lar, “Rocky”ler, “Missing In Action”lar, “Red Dawn”lar, “Delta Force”lar, “Armageddon”lar, “Independence Day”ler, “Top Gun”lar ve Batı sinemasından yerküreye yayılan daha yüzlerce savaş, casusluk, serüven, bilim-kurgu formundaki örnek hangi temel amaca hizmet etmekteydi?

Ancak, en batıdan en doğuya kadar pek çok ülke için gayet olağan ve sıradan olan bu refleks, ülkemizde ise filmlerin ele alınış sürecinde başlıbaşına bir “utanç gerekçesi”ne dönüştürülmüş durumda… Çünkü ne yazık ki seveni kadar nefret edeni de bol bir ülkenin yurttaşlarıyız biz; üstelik bu nefret edenlerin hepsi sınırın öte taraflarından da uzatmıyorlar yılan gibi sokmaya çalışan dillerini… Aralarında bol miktarda “Te-Ce kimliği” taşıyanları da var.

O yüzden; peşinen vurgulamak gerekir ki bu film ve bundan sonra yapılacak olan benzerleri kimilerine çok kötü batacaktır. Batmakla da kalmayacak, Türk gençliğinin ülkesi ve devletine karşı nicedir yıkık olan özgüvenini yeniden geri getirmeyi amaçlayan böylesi yapımları “şovenist film”, “ırkçı film”, “hamaset kokan film”, “misyoner film” gibi suçlamalar eşliğinde yerden yere vuracaklardır. Tıpkı iki yıl önce “Nefes” adlı başyapıta karşı sergiledikleri bütün o bodoslama reddiyelerde olduğu gibi…

Ülkesiyle (geçmişte ve günümüzde yaşanmış, yaşanmakta olan bütün olumsuzluklara rağmen) gönül rabıtasını hiç koparmamış, koparmak da istemeyen, gerçekten yurtsever bütün gençlere bu “ucuz gaz”a gelmemelerini önemle tavsiye ediyorum. Türkiye, ekonomik, kültürel, tarihsel ve askerî birikimiyle gerçekten “büyük bir ülke”dir; bütün büyük ülkeler gibi onun da bu tür zenginliklerini vurgulayan sinema filmleri, televizyon dizileri yapma hakkı vardır. Olmayan medeniyetlerinden “Bizim 10 bin yıllık tarihimiz var” şeklinde sallama hikâyeler türetenlerin ne dediğinin hiç bir önemi yok; tarih gerektiğinde denilmesi gerekeni fazlasıyla diyor zaten…

“Anadolu Kartalları”, anne-babaların çocuklarını, öğretmenlerin de öğrencilerini yanlarına alarak hep birlikte, cümbür cemaat izlemeleri gereken, özellikle Türk sinema tarihinde bir eşi daha olmayan görsel-işitsel kalitesiyle nefes kesici bir gösteri, bu yıl 100’üncü kuruluş yıldönümünü kutlayan Türk Hava Kuvvetleri’ndeki kılı kırk yaran pilotluk eğitiminin daha önce pek fazla bilinmeyen yönleriyle gözler önüne serildiği son derece şık bir serüven-drama…

Geçen hafta sonu, “Türk Pasaportu” adlı yarı-dramatik anlatıma sahip belgeselin gösterime girişi de bende benzer türden bir coşkuya yol açmıştı. Hemen ardından “Anadolu Kartalları”nın gelişiyle keyfim ikiye katlandı. Dahası, bu güzel yapıtın bir “sinema filmi” olarak sahip olduğu pek çok teknik, estetik ve politik erdemin yanısıra, 25 Ekim Salı günü İstanbul’da düzenlenmesi planlanan gala gösterisinin Van’daki deprem felaketi ve ardı ardına gelen terorist saldırılarda şehit olan askerlerimiz nedeniyle iptal edilmesi, yapım, yönetim ve dağıtım ekibine yönelik saygımı iyice perçinlemiş bulunuyor.

Yeni Türk sinemasının, “Bizden hiç bir halt olmaz” depresyonuna saplanıp kalmış durumdaki gençliği motive edip ayağa kaldıracak bu tür pozitif örneklere öylesine çok ihtiyacı var ki…

/ Hakkında Yazılanlar

Share the Post