Türkün Ateşle Yeniden İmtihanı // Hüseyin Özbek // Ufuk Ötesi // Temmuz 2005

Türkün Ateşle Yeniden İmtihanı // Hüseyin Özbek // Ufuk Ötesi // Temmuz 2005

Hakan Evrensel’ in YER EKSİ İKİ romanı Alfa Yayınları’ndan Nisan ayında çıktı. Okuru sarsan, etkileyen, düşündüren GÜNEYDOĞUDAN ÖYKÜLER’inden sonra bu ilk romanının da üzerinde çok tartışılacak. Evrensel’in Yüzbaşı Tayfun, gazeteci Ufuk ve Salman ekseninde geliştirdiği roman aslında bizim trajedimiz. Bu üç ana kişiliğin etrafında bir sinema filmi hızıyla gelişen olaylar 4 Mayıs 1993- 8 Mayıs 1993 arasını kapsıyor.

Hakan Evrensel’ in YER EKSİ İKİ romanı Alfa Yayınları’ndan Nisan ayında çıktı. Okuru sarsan, etkileyen, düşündüren GÜNEYDOĞUDAN ÖYKÜLER’inden sonra bu ilk romanının da üzerinde çok tartışılacak. Evrensel’in Yüzbaşı Tayfun, gazeteci Ufuk ve Salman ekseninde geliştirdiği roman aslında bizim trajedimiz. Bu üç ana kişiliğin etrafında bir sinema filmi hızıyla gelişen olaylar 4 Mayıs 1993- 8 Mayıs 1993 arasını kapsıyor.

Gazeteci Ufuk’un, Yüzbaşının Tayfun’un, ağabeyi PKK’ya katılan, ailenin bütün yükünü omuzlamış bakkal Salman’ın Güneydoğuda kesişen yolları bu kısa sürede her birine asırlık bir yaşama sığacak şeyler yaşatır. Kendisine emanet Mehmetlerin komutanı, anası, babası, sırdaşı, her şeyleri, yaşadıklarıyla üç-beş günde yüz yıl yaşlanan yüzbaşı Tayfun, birkaç günde Güneydoğu dağlarından düzeni, devranı, dünyanın sırrını keşfeden Ufuk, aile sorunlarının, kendisini sürekli bunaltan PKK sempatizanı amca oğlunun, iç dünyasına bile itiraftan çekindiği yengesine tutkunluğun girdabında debelenen Salman ekseninde gelişen romanı bitirmeden bırakamayacaksınız.
Güneydoğunun dağ başındaki karakollarından birinde kendisine emanet Mehmetlerle bir yandan uğruna ölmeye yemin ettikleri vatanı savunurken, diğer yandan aklı, uzun bir tedavi sonrası hamile kalan uzaklardaki karısındadır yüzbaşının.
Ufuk, Güneydoğunun bu ücra karakolunda Mehmetlerin konuğu olduğu kısa sürede hayatının geri kalanında asla unutamayacağı asra bedel anlar yaşar.
PKK’nın gece baskınına uğrayan karakolda nice badirelerden geçmiş Oktay astsubayıyla, usta eriyle, barut kokusunu, roket, havan, makinelinin karmaşık armonisini, çarpışmanın, boğazlaşmanın, toprağa, doğaya karışan feryatların şaşkınlığını ilk kez yaşayan acemi eriyle anlatıldığı bölüm çok etkileyici. Yine Mehmetlerin, Türk milletinin uzun tarih yolculuğunda oluşturduğu, mayalarında, genetiklerinde uykuya yatmış muharip kimliğinin çatışma anlarında, zor zamanlarda nasıl ortaya çıkıverdiği görüyorsunuz.
Birisi çatışmada ölmüş, diğeri dağdaki oğullarının yükünü de kendisine yükleyen hasta babanın, aile bireylerinin, yengesinin, çevirmeye çalıştığı dükkânın, ikide bir tekleyen kamyonetin, mal verdiği askeri birliğin, Yüzbaşı Tayfun’un desteğiyle kaçıp okumayı düşlediği uzak kentlerin sarmalında çıkış arayan Salman’ın Ufukla diyalogları da çok çarpıcı gelecek sizlere.
Yalın, etkileyici, sanatsal düzeyi yüksek, hızlı akışlı bir film izliyormuş gibi oluyorsunuz romanı okurken. Olayların nasıl gelişeceğini, nasıl sonuçlanacağını merak ediyor, bitirmeden de bırakamıyorsunuz. Romandaki yalınlık, hızlı akış sizi çekiyor, bırakmıyor. Romanın dışında, tribünde maç seyreden üçüncü kişi rahatlığıyla okuyamayacağınız bir roman bu. Roman kişilikleriyle birlikte, bir film hızıyla koşacaksınız sona doğru. Tayfun’un doğum yapacak eşinin yanında olmak için izin alışını, karakolun basılacağı istihbaratı alınışından sonra yaşadığı ikilemi, komutanıyla beraber izne gidip bu arada düğünü de yapılıverecek olan Kastamonulu Pehlivangilin ALİ’nin aynı durum karşısında silah arkadaşlarından yana tercihinde bize özgü tevekkülünü göreceksiniz romanda.
Roman elbette ki yalnız bu anlattıklarımız değil. Antik dönem Anadolu’su, Mısır, Hitit uygarlığı, mitolojisi günümüzle ustaca kaynaştırılmış.
Evrenselin doğa, insan, çatışma, diyalog, iç hesaplaşmaya ilişkin tanım ve anlatımları çok etkileyici:
”Ve gelincikler, yavaş yavaş göğe yükseliyordu. Çiğ damlaları ile ağırlaşan gövdeleri yere doğru eğilirken, her birinin ucundaki kara topuzun içinden bir taç yaprak özgürlüğe kavuşuyordu. Güneşe kucak açıyordu gelincikler. Taç yapraklarının altındaki ölümün simgesi kara lekelerini meydan okurcasına gökyüzüne savurarak”
Birkaç günlük Güneydoğu prizmasından Türkiye’yi, Dünyayı, küreselleşme azgınlığını, topuk koparan mayınların, keleşlerin pazarlanışını, kökü Avrupa başkentlerine, Atlantik ötesine uzanan terör sarmalını, roman akışı içinde böyle bir nesnellikle yansıtabilmek Evrensel’in asker yalınlığıyla sanatsal derinliği birleştirebilme gücünde gizli.
“TÜRKÜN ATEŞLE İMTİHANI “ geçen yüzyılın ilk çeyreğinde büyük acılar, mihnetler sonucu verilmişti. Yüzyılın son çeyreğinden bu yana başlatılan “TÜRKÜN ATEŞLE YENİDEN İMTİHANI” devam ediyor. Hakan Evrensel bu imtihanı hem kalemiyle hem kanıyla verenlerden. Bu yüzden onun kaleminden damlayan şehit silah arkadaşlarının, gazilerin, kendisinin kanıdır bilesiniz.
Son bir alıntı yapalım romandan:
“Başını kaldırdığında ön koltuktaki çocuğun ağzındaki emziği attığını ve gülümseyerek kendisine baktığını gördü. Çocuk “Al !” diyordu.
“Al ! “
Salman çocuğun avucunun içine baktı. Az önce sapını uzattığı çiçek bir gelincikti. Yumru yumru parmakları arasında ezilen çiçeğin kan kırmızı rengi küçücük parmakları arasında lekeler bırakmıştı. Salman çocuğun elini tutup dudaklarını gelincik lekesiyle bezenmiş minik parmaklara dokundurdu. Toprak kokusu, çiğ gelincik kokusu burnuna dalga dalga yayıldı. Sonra elindeki tahta oyma tespihi, kırmızı lekeli bu minik elin içine bırakıp parmaklarını teker teker kapattı.
Sonra…”

/ Hakkında Yazılanlar

Share the Post