Güneydoğu, Edebiyatını Yarattı // Bülent SARIOĞLU // Cumhuriyet Kitap // 15 Mayıs 1997

Güneydoğu, Edebiyatını Yarattı // Bülent SARIOĞLU // Cumhuriyet Kitap // 15 Mayıs 1997

Uzun süre Güneydoğu ve Kuzey Irak’taki çatışma ortamında subay olarak görev aldıktan sonra ordudan ayrılarak gazeteciliğe başlayan Hakan Evrensel’ i, “Bir yerlerde bir yanlış var, ama nerede?” sorusu, kendi alanında sayılı örnek olan “Güneydoğu’dan Öyküler” e götürmüş.
Küresel yolculuklar nicedir uğramasa da Anadolu’ya, yaşam sürüyor. Helikopterler karanfil, uçaklar mektup taşımasa da sürüyor. Dağlardaki hayat ilişkin çıta, örneğin İstanbul’ dakilerin yanında kibrit çöpü gibi kalsa da. Çatışmaların içindekilerin Güneydoğu’ dan yazdıkları buralara “ karadan karaya “ füze gibi düşse de sürüyor. Nasıl mı? “Güneydoğu’dan Öyküler” bu sorunun yanıtını bir açıdan vermeye çalışıyor.

Uzun süre Güneydoğu ve Kuzey Irak’taki çatışma ortamında subay olarak görev aldıktan sonra ordudan ayrılarak gazeteciliğe başlayan Hakan Evrensel’ i, “Bir yerlerde bir yanlış var, ama nerede?” sorusu, kendi alanında sayılı örnek olan “Güneydoğu’dan Öyküler” e götürmüş.
Küresel yolculuklar nicedir uğramasa da Anadolu’ya, yaşam sürüyor. Helikopterler karanfil, uçaklar mektup taşımasa da sürüyor. Dağlardaki hayat ilişkin çıta, örneğin İstanbul’ dakilerin yanında kibrit çöpü gibi kalsa da. Çatışmaların içindekilerin Güneydoğu’ dan yazdıkları buralara “ karadan karaya “ füze gibi düşse de sürüyor. Nasıl mı? “Güneydoğu’dan Öyküler” bu sorunun yanıtını bir açıdan vermeye çalışıyor.

Uzun süre Güneydoğu ve Kuzey Irak’taki çatışma ortamında subay olarak görev aldıktan sonra ordudan ayrılarak gazeteciliğe başlayan Hakan Evrensel’ i, “Bir yerlerde bir yanlış var, ama nerede?” sorusu, kendi alanında ilk örnek olan “Güneydoğu’dan Öyküler” e götürmüş. Türkiye’nin en büyük sorununun bu yönünü bizzat yaşamış yüzbinlerce insanın, yüzbinlerce anılarından sadece yirmi dokuzunu içeren Güneydoğu’dan Öyküler’in, büyük çoğunluğu hala devlet memuru statüsünde bulunan otuzdan fazla güvenlik görevlisi ile yapılan söyleşilerden çıktığını belirtiyor Evrensel. Bir yıla yakın bir çalışmada sıkıntılı anların yaşandığı söyleşilerin ardından anlatanların onayı ile öykülendirilen anılarda olayların sadık kaldığını vurgularken, kitabın çerçevesini çiziyor:
“Ben Güneydoğu’yu doğrudan anlatan tabletler hazırladım. Hiçbir şekilde yazar olma kaygısıyla hareket etmedim, yazar olduğumu da kabul etmiyorum. Elimde olsa aşk romanı yazmayı tercih ederdim.”
Kısa sürede 3. baskısını yapan Güneydoğu’ da Öyküler’ de bir yazarın, anlatımıyla ideolojik yaklaşım veya siyasi çıkarım bulamıyoruz; ama bir gazetecinin aktardığı anılarla pek çok şey çıkarıyoruz: “Günahıyla sevabıyla.”
“İnsan dağ gibi, sessizleşiyor.”
Kitap; bölgede uzun yıllar görev yapan ve kitapta adı kullanılmayan üst düzeyde bir subayın Güneydoğu’ yu, Savaş Psikolojisini, çatışma ortamını irdeleyen röportajı ile başlıyor: “Aklınıza eski klasik savaşlarda olduğu gibi uzanıp giden mevziler, sığınaklar gelmesin. Doğrusu şu; askerler her tarafta, teröristler ise herhangi bir yerde….
Teröristlerle çatışma başlayana kadar tüm insiyatif onlardadır. Tepeci dedikleri adam, temas sağladığında uygun bir yere çıkıp, ilerleyen askerleri ateş altına alıyor. Diğerleri de kaçmaya başlıyor. Saatlerce o adamı orada susturmak için uğraşıp duruyoruz….
Dışında iken dağlar ürkütücü. Onlara hakim olan mücadeleyi de kazanıyor. İçindeyken güven verici. Çıkarken endişe veren bu coğrafi varlıklar, üstündeyken insanı tanrılaştırıyor. Bu iki duygunun arasında gidip gelen insan da bir garip oluyor. Dağlar gibi sessizleşiyor. …
Aynı teröristler gibi yaşamak zorundasınız dağlarda. Lüksü ararsanız avlanırsınız…
“Özel tim kontrolden çıktı”
Aynı subay devam ediyor:
“…Bıyıkları çenesine kadar sarkmış, elleriyle kurt kafası yapıp, etrafta terör estirenleri çok gördük. Ama bu kurt kafalılardan “Erkeksen sen git o tepeye!” diyenleri de, dizlerine kadar sarkmış göbeği ile dağda yorgunluktan bayılanları da gördük. Mesela Polis Özel Timleri… İyi niyetle kuruldu başlangıçta, iyi de çalıştılar, ama bu teşkilat bana göre kontrolden çıktı. Bir asker silahını nasıl bırakır? Kaç defa benim askerim taşıdı onların M-16’larını.”
“Köşk konuştu, PKK kaçtı”
Güneydoğu tabletlerinin “Görev” başlığını taşıyanında sonuç alınamayan çok gizli bir sınırötesi baskının Ankara’da ayağını buluyoruz: Yaklaşık bir haftadır hazırlanıyoruz bu operasyona, ilk kez bu kadar gizlilik içinde hareket ediyoruz. Bölük komutanlarına dahi sadece “Hazırlanın” emri verildi. Uzun süreli ve kesin istihbarat üzerine bir operasyona gideceğimizi biliyoruz.
…Bir hafta sonra geri dönüyoruz. Yorgunuz, açız, kirliyiz. Karakola giderken yollara dizilmiş diğer bölüklerin askerleri birer birer sırt çantalarımızı kapıyorlar. Bir yandan alkışlıyorlar, bir yandan ellerindeki ayran dolu bardakları, çikolataları uzatıyorlar. Ama disiplinliyiz, gururluyuz. Hemen saldırmıyoruz verilenlere. Kimse silahındaki mermileri boşaltıp tekmil vermeden ve “Sağol” diye haykırmadan ne suya, ne de çikolatalara dokunuyor.
…O kadar yürüyoruz, kamplarına kadar giriyoruz, söndüremeden bıraktıkları ateşleri buluyoruz. Ama koskoca kampta tek bir kişiyi bile göremeden geri dönüyoruz. Bu kadar gizliliğin sonunda nasıl haber alıp kaçtıklarına aklım ermiyor. Sohbet sırasında bir laf geçiyor. Biz operasyona çıktığımız gece Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ ın televizyonlardan “İnlerinde vuracağız” dediğini söylüyorlar. Lahmacunumu yerken lokmalar boğazımda düğümleniyor. Kimse farkına varmıyor, gözlerim doluyor.
Helikopter Oyunları
Güneydoğu’ dan Öyküler’ de faaliyetleri sürekli tartışmalı olan Çekiç Güç’ün etkinliğini bölgedeki ilk ağızlardan dinliyoruz.
Türk Helikopterlerinin tersine hiçbir PKK ateşine hedef olmayan ABD hava taşıtlarında uluslar arası standartlara aykırı biçimde büyük bayrak işaretleri bulunduğuna, yani Amerikalıların kendilerini özellikle belli ettiklerine dikkat çeken subay anlatıyor:
Bir seferinde tam yedi helikopteri termal kameradan seyretmiştik. Saat gece yarısını henüz geçmişti. Bizim sınırların içindeydiler. Hemen yukarıya bildirdik. Zaten o zaman bizimkilerin gece uçuş kabiliyetleri de yoktu. Helikopterler bir süre sonra “bir şeyler” atmaya başladılar. Bir süre sonra emir geldi “Ateş açın” dediler. Görüyorduk ama atış menzilimizin dışındaydılar, çok komik bir emirdi bu. Bizim tahminlerimize göre, Amerikalılar zaten tüm birliklerimizin yerlerini, telsiz konuşmalarımız sayesinde tespit ediyorlardı.
Çatışmada yaralanan bir subayın tedavisinden sonra yaşam penceresi olan “hava deliği”ni bir öykünün başlığı yapmış Evrensel. Mevziye düşen bir bombadan sonrasını subayın ağzından yaşıyoruz:
…Mevzide bir şeyler oldu, bir anlık kızıllık oluştu gözlerimin önünde. Bir süre sonra kendiliğinden sesler kesildi. Mevzide benden başka iki asker daha vardı. Birinden hiç ses alamıyordum. Diğeri ise beni kucağına çekerek üzerime kapandı. “Dayanın komutanım, ölmeyin” diye bağırdı. Öleceğimi o an anlamıştım. Bir elin bana doğru uzandığını görüyordum, kucağına uzandığım askerimin hıçkırıkları arasında bu el kayboldu gitti. Birden sol ayağımı hissetmediğimi fark ettim. Askere ayağımın kopup kopmadığını sordum. “Hayır” dedi “Yerinde duruyor” “Bana yalan söyleme” diye üsteledim:”Koptuysa koptu.” Eğer sadece bacağım koptuysa, basit bir bağlama ile kan durdurulur ve hayatta kalabilirdim…”
Bölgeye özgü bir reklâm projesini, kendilerine renkli moral kaynakları yaratan askerlerin bir karakol nöbeti sırasında ürettikleri senaryodan anlıyoruz: Önce kamera hızla alçak uçuş yapan bir helikopterin kapısından aşağıdaki tepeleri gösterecek, fonda da yaklaşan bir helikopterin pervane sesi olacak. Bir askerin postallarına zum yapacak, yavaş çekimde yürüyen asker ateşin başına gelecek, içinden bir dal parçasını sigarasına doğru götürürken, silah sesleri yoğunlaşacak, havan, keleş, roket ve helikopter sesleri birbirine karışacak. Sigara yakılırken, kamera yavaş yavaş askerin diğer elindeki silaha dönecek. Asker silahı doğrultup ateş etmeye başlarken de cebinden bir kısmı dışarıda kalan Marlboro paketine zum yapılacak, alt yazı ile de “Maceranın Tadı” kelimeleri geçecek.
“Bunun sahıbısı şehirdedir”
Bölge insanının mahkûm olduğu cehalet “Çocuk” öyküsü ile anlatılıyor. İshalden ölmek üzere olan çocuğunu bir akrabasıyla karakola getiren ve Türkçe bilmeyen kadın için ilçeye giden bir minibüs durduruluyor. Komutan, azarlamalarına karşın çocuğunu sağlık ocağına götüremeyeceğini söyleyen kadının gerekçesini yanındaki akrabasından öğreniyor:
“Bunun sahıbısı (kocası) şehirdedir, o yokken gidemez. Ben sahıbısının emce oğluyam.” Karakol subayı, kadının akrabasıyla da ilçeye gidebileceğini, bebeği ölüme terk etmesinin günah olduğunu boşa anlatıp duruyor. Yöre kadını karakolda doktor bulunmadığını öğrenince geri dönerken, sinir küpüne dönen subayı, amcasının oğlu sakinleştirmeye çalışıyor:
“Hele sakin olasınız, bunda bunun gibi çok bebe var. Allah birini alır, birini verir.”

/ Hakkında Yazılanlar

Share the Post